Ulusal çocuk bayramı olan bir ülkede yaşayan kişiler olarak “çocuğa ve çocukluğa karşı duruşumuz” üzerine düşünmenin ciddi bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum.
Bu sorumluluk kendi çocukluğumuzu ve kendi çocuklarımızı, diğerlerinin çocukluğunu ve çocuklarını kapsamalıdır.
Kişiliğimizin şekillenmesinde genetik aktarımlar ve çevresel etkilenmeler rol oynamaktadır. Genetik aktarımlar daha çok fiziki görünüşü etkilese de psikolojik sağlamlığımızla ilgili özellikleri de barındırmaktadır.
Doğduğumuz anda fiziksel ve ruhsal donanımlarımız, yetişkin hayatımızda tek başımızayken veya toplum içindeyken sağlıklı bir biçimde hayatta kalmamız için yeterli değildir. Karşılaştığımız sorunlarla baş ederek hayatımızı maddî ve manevî olarak idame ettirmek, huzurlu ve dengeli bir yaşam sürdürebilmek için, içine doğduğumuz çevre ile uyumlu bir yapı geliştirmemiz gereklidir.
Bu noktada, bireysel ayrılıklar ve çevre faktörünün, seçemeyeceğimiz bir şans olduğu hatırlanmalıdır.
Güçlü özellikleri olan bir bebek, olumsuz sosyokültürel ve ekonomik koşulların olduğu bir ortamda doğabileceği gibi çelimsiz, hassas bir bebek, gelişimine olumlu katkılar sağlayabilecek geniş olanakları bulunan bir ortamda doğabilir.
Doğduğumuzda sahip olduğumuz şans veya şanssızlıklar bu iki durumun çeşitli kombinasyonlarından oluşur.
Evrensel insan hakları bildirisinin ilk maddesi; “Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar” şeklindedir. Buna ek olarak insan hakları evrensel bildirisini zaman zaman hatırlamakta yarar vardır.
Psikoterapi desteği veren bir psikolog kimliğimle bu bağlamda, dünyaya gelişi kendi seçimi olmayan insanlar olarak hepimizin eşit ve adil koşullarda yaşamaya hakkımız olduğunu söylemek isterim.
Bütün çocukların fiziksel ve psikolojik bakımdan adil, güvenli, sağlıklı ortamlarda bakılıp büyütülmeye, çevresiyle güvenli temaslar kurmaya ihtiyacı vardır.
Yetişkin dönemlerindeki psikolojik sorunların neredeyse hepsi, kişinin erken veya geç çocukluk dönemlerinde ya da ergenlik zamanlarında yaşadığı uyumsuz, hırpalayıcı, yaralayan temaslarla, o yaşların fiziksel veya psikolojik donanımının yetersizliği nedeniyle sağlıklı biçimde baş edememiş olmasından kaynaklıdır.
Yetişkinlerin psikoterapi seanslarında hayat boyunca tekrar tekrar ortaya çıkan psikolojik rahatsızlıklarını, yolunda gitmeyen işlerini, iş ve özel yaşamdaki ilişkisel sorunlarını araştırdığımızda yeniden yeniden o kritik kırılgan yaş dönemlerindeki zorluklar karşımıza çıkmaktadır.
Bu yüzden bir psikoterapist olarak diyebilirim ki yetişkin de olsak hepimizin de inkâr edemeyeceğimiz çocuk yanlarımız var. Buna bağlı olarak bizi iyi yönde geliştirecek olan şey, şimdiye kadarki deneyimlerini değiştiremeyecek olduğumuz içimizdeki kendi çocukluğumuz ve çocuk hallerimizle şimdiki kendimizin gerçekçi temasıdır.
Kendimizle temas ne kadar gerçekse diğerleriyle kuracağımız temas da aynı oranda gerçeklik ve empatik zenginlik taşır. Hepimizin kendi çocukluğunu kendi gerçeğine uyan bir içtenlikle sarmalaması, hepimize sirayet edecek bir nezakettir.
Çocukluğun temiz dünyasını yetişkinlere hatırlatma işlevi gören bir bayrama sahip olduğumuz için mutluyum. Çocukları içtenlik, sevgi ve nezaketle sarmalamış bir ülke liderim olmasından dolayı ayrıca mutluyum.
Bu ülkeyi 1920 yılının çocuklarından başlayarak çocukluklarımıza emanet eden çocukluğumuzun kutlanmaya değer olduğunu hissettiren Atamıza sonsuz teşekkür ederim.
23 Nisan kutlu olsun.