Tweet |
Yazar Fikret Başkaya, ‘Büyüme Saplantısı’ başlıklı yeni mkakalesinde hükümetin büyüme söylemine açıklık getirdi. Başkaya, “Aslında bu, geleneksel ideolojinin söylediğinden özde farklı değil… Geleneksel ideoloji de bu fani dünyanın geçici olduğunu, asıl ebedî mutluluğun öteki dünyada, ölümden sonra mümkün olduğunu, vazetmiyor muydu?” diye sordu.
İşte Yazar Başkaya’nın yazısı:
Büyümeyle yatıp, büyümeyle kalkıyoruz. İşte ‘ekonomi bu yıl şu kadar büyüyecek, geçen yıl şu kadar büyüdü, üçüncü çeyrekte büyüme oranı şu kadar oldu, gelecek yılın büyüme tahmini yüzde şu kadar tahmin edildi. IMF Türkiye’nin büyüme oranını revize etti. Hazine ve Maliye Bakanı gelecek yıl Türkiye’nin büyüme rekoru kıracağını söyledi… Öyle ki, ekonomik büyüme tüm dertlerin devası sayılıyor… Genel anlayış da kabaca şöyle: Ekonomi büyüyecek, tüm sorunlar çözülecek, toplum refah içinde yüzecek, işsizlik, yoksulluk diye bir şey kalmayacak… Bir ülkede bir yılda üretilen mal ve hizmetler toplamının parasal ifadesine Gayri Safi Yurt-İçi Hasıla (GSYH) deniyor… Yıllık, üç aylık değişimlere de büyüme oranı deniyor. Velhasıl, ‘büyüme’ tüm dertlerin devası sayılıyor… Türkiye yüz yıldır büyüyor, büyüyor da bugüne kadar hangi temel sorun çözüldü? Onca yıl büyümeden sonra neden işsizlik, yoksulluk, sefalet, çaresizlik, aşağılanma çığ gibi büyüyor? Nerdeyse çalışabilir ve çalışmak zorunda olan her üç kişiden biri işsiz… Nüfusun yarısı yoksul! Bu işte bir yanlışlık, bir tuhaflık yok mu? Gerçekten ekonomik büyüme refahın ölçüsü müdür?
Küresel oligarşinin ve küresel plütokrasinin sözcüleri ve akıl hocaları, kaşarlanmış profesyonel politikacılar, bilimi kendilerinden menkul iktisatçı uleması, her şeyi bilen köşe yazarları, bıkıp usanmadan büyüme şarkısı söylüyorlar. Sadece söylemiyorlar, herkesin koroya katılması için de büyük çaba harcıyorlar… İyi de ekonomik büyüme denilen gerçekten tüm insanî ve toplumsal sorunların çözümünün sihirli anahtarı mıdır? Bir ekonomi yılda ortalama %3 oranında büyürse 23 yılda, %5 oranında büyürse de 14 yılda GSYH (Milli Gelir) ikiye katlanır… Dönemin sonunda insanların durumunda aynı oranda bir ‘iyileşme’ olur mu?
Milli Gelir (GSYH) toplam nüfusa bölünerek de kişi başına düşün gelire ulaşılıyor. Şahsen, kişi başına düşmeyen gelir demeyi yeğliyorum zira düşmüyor… Geçen yıl Türkiye’de kişi başına düşmeyen milli gelir 9346 dolardı… Eğer doğruysa bu 4 kişilik bir ailenin yıllık geliri de 37.384 dolar demektir… Geçen yılın aralık ayı dolar kuru da 5,9 TL olduğuna göre, 4 kişilik bir ailenin yıllık geliri 220 bin 565 TL… olması gerekirdi… Türkiye’de bu kadar yıllık geliri olan kaç aile var?
2018 yılında dünya GSYH'sı 84 740 milyar dolardı. Dünya nüfusu da 7,53 milyar olduğuna göre, teorik olarak her dünyalıya yılda 11253 dolar düşmesi gerekirdi... Bu, 4 kişilik bir aileye 45 012 dolar düşecek demektir... Bir dünyalı olarak size ve ailenize ne düşüyor? 26 işbitirici-akıllı kapitalistin serveti, dünya nüfusunun yarısınınki kadar iken, (ki bu yaklaşık 4 milyar insan demektir) kişi başına düşen (düşmeyen) gelir söylemi insanlarla alay etmek değil midir? Türkiye’de en zengin %20’nin, en yoksul %20’den 7,4 kat fazla kazandığını biliyor musunuz? En zengin yüzde birin, en zengin binde birin servetini hiç merak ettiniz mi? Türkiye’de 2324 TL asgari ücretle geçinmeye çalışan kaç aile var? Asgari ücretin altında gelirle yaşama mücadelesi veren kaç milyon aile var? İşsizlerin ve yoksulların gerçek sayısını bilen var mı?
GSYH, paranın hareketini izler. Sermaye her el değiştirdiğinde GSYH büyümüş görünür… İyi de neyin üretildiği, üretilenin kimin için ne anlama geldiği ve ne pahasına üretildiği de önemli değil midir? Mesela tank, top, havai fişek, silahlı insansız hava aracı üretimi 2 kat, AVM, Cami, lüks konut ve lüks otel üretimi üç kat, parfüm üretimi dört kat, reklamlar beş kat, atık ithalatı altı kat artsa, Milli Gelir (GSYH) de aynı oranda artar… Bu artışların ortalama insan yaşamı ve doğa üzerindeki etkisi ne olur?
Kapitalizm söz konusuyken, yüksek oranlı bir GSYH (milli gelir) artışına rağmen, önemli toplum kesimlerinin yoksullaşması gayet olağandır. Zira, kapitalizm dahilinde büyüme, sermayenin büyümesidir ve sermayenin büyümesi de asla bir toplumsal refah artışı anlamına gelmez… Fakat hepsi bu kadar da değil, kapitalizm dahilinde sermayenin büyümesi aynı zamanda doğa tahribatı da demektir… Başka türlü söylersek, kapitalizm dahilinde üretici güçlerin gelişmesi, aynı zamanda yıkıcı güçlerin de ‘gelişmesidir’... Gerçi kapitalizmin yaratıcı yıkıcılık olduğu da söylenir ama şimdilerde artık yıkıcılığı çoktan yaratıcılığının önüne geçmiş bulunuyor.
Büyümenin kutsanmasının bir nedeni daha var: Eğer ekonomik büyüme denilen belirli bir oranın altında kalırsa, ekonomi asgari düzeyde bile büyüyemezse, dış borçları yönetmek, (çevirmek) mümkün olmaz… Bu, kredi açan küresel tefecileri de kaygılandıran bir şeydir… Siz küresel oligarşinin ekonomik ve finansal kurumlarının sözcülerinin büyümeyi niye kafaya taktığın sanıyorsunuz… Kredi derecelendirme kurumlarının kaygıları boşuna değil…
Aslında büyüme söylemi, burjuva ilerleme ideolojisinin derin çekirdeğidir… Söylemin özü de şudur: İlerde her şey iyi ve güzel olacak… İlerdeki güzel günler için bu de bugünün zorluklarına, kötülüklerine, acılarına katlanmak, sabretmek gerekir… Bunlar gelecekteki güzel günler için ödemek zorunda olduğumuz bedeldir… Aslında bu, geleneksel ideolojinin söylediğinden özde farklı değil… Geleneksel ideoloji de bu fani dünyanın geçici olduğunu, asıl ebedî mutluluğun öteki dünyada, ölümden sonra mümkün olduğunu, vazetmiyor muydu?
İnsanlığın ve uygarlığın içine sürüklendiği bugünün dünyasında artık kapitalizm dahilinde bir çözüm olmadığının bilinmesi gerekiyor. Bize dayatılan bu sefil tablodan çıkmak da ancak kapitalizmden çıkmakla mümkün olabilir… Eğer geç kalınırsa geriye kurtarılacak pek bir şey kalmayabileceğinin de bilinmesi kaydıyla…